Sosyal Medya

Sinir Sisteminin Paraneoplastik Sendromları

Sinir Sisteminin Paraneoplastik Sendromları

Tümörlerin metastaz, direkt yayılım, metabolik ve vasküler etkilerinin dışında sinir sistemi üzerindeki uzak etkileri paraneoplastik sendromlar olarak tanımlanır.

Genel Özellikler

Tümörlerin metastaz, direkt yayılım, metabolik ve vasküler etkilerinin dışında sinir sistemi üzerindeki uzak etkileri paraneoplastik sendromlar olarak tanımlanır. Nörolojinin oldukça nadir karşılaşılan hastalıkları olmalarına karşın, sistemik bir kanserin erken habercisi olmaları nedeniyle önem taşırlar. Paraneoplastik sendromların en belirgin özelliği, genellikle tümör tanısından önce belirti vermesidir. Bu nedenle hasta çoğu zaman önce nöroloji ile uğraşan hekimin karşısına gelir ve tanıyı burada alması gerekir. İkincisi, paraneoplastik sendromların altında yatan tümörlerin genellikle benzerlerine oranla daha sınırlı ve sinsi seyirli olması, bu nedenle tedavi edilebilir olmasıdır. Paraneoplastik sendrom belirtileri ortaya çıktığında tümör genellikle bölgesel lenf nodları dışında non-metastatiktir. Buna karşın nörolojik tablo sıklıkla ağırdır ve ciddi özürlülük yaratır; çoğu zaman da geri dönüşsüzdür. Nörolojik tablo genellikle subakut başlar, haftalar-aylar içinde ilerler, belirli bir düzeye ulaşınca da orada stabilize olur. Bu nedenle nörolojik tablonun erken tanınması da, tümörün ilerlemeden tedavi edilme şansını verir. Bu tabloların bir diğer önemli özelliği de, aşağıda daha ayrıntılı anlatılacağı gibi, paraneoplastik sendrom tipinin aranacak kanserin tipi hakkında ipucu vermesi ve böylece kanserin aranacağı bölgeye hekimi yöneltmesidir (Tablo 6). Orta yaşın üzerindeki hastalarda, subakut olarak gelişen duysal polinöropati, serebellar sendrom, dermatomiyozit ve Lambert-Eaton sendromu tanılarının altında mutlak sistemik bir malignitenin varlığı araştırılmalıdır.

Paraneoplastik sendromlar kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Tam olarak insidensi bilinmemekle beraber, klinik olarak belirti veren paraneoplastik sendrom, kanserli hastaların % 5’inden azında görülür. Sık karşılaşılan maligniteler küçük hücreli akciğer kanseri (olguların %3’ünde paraneoplastik sendrom gelişir), timoma (olguların %15’inde paraneoplastik sendrom gelişir) ve monoklonal gamopatiler ile ilişkili hematolojik malignitelerdir (olguların %5-15’inde paraneoplastik sendrom gelişir). Küçük hücreli akciğer kanseri dışı solid tümörlerde paraneoplastik sendrom görülme sıklığı %1’in altındadır. Subklinik olguların % 50’lere ulaşabileceğini öne süren yazarlar varsa da bu konu netlik kazanmamıştır. Paraneoplastik sendrom semptomları, olguların %60’ında kanser tanısından önce ortaya çıkarken, %40’ında tümör tanısından sonra veya nüks sırasında ortaya çıkar.

Paraneoplastik sendromların tanısı nörolojik sendromun tanınması, ilişkili kanserin gösterilmesi ve serum/BOS antikorlarının saptanması ile konur. Merkezi sinir sistemini ilgilendiren paraneoplastik sendromlarda nöroradyolojik incelemeler, bazı istisnalar dışında sıklıkla negatif kalır; çoğu zaman parenkim atrofisi dışında bulgu vermez. Lezyon saptanabilen olgularda ise kan-beyin bariyeri korunmuş olduğundan genellikle kontrast tutan lezyon bulma olasılığı düşüktür. Ancak bazı istisnalar da vardır. Paraneoplastik limbik ensefalit olgularında limbik sistem yapıları MR’da hiperintens görünebilir. MR incelemesinin negatif olduğu paraneoplastik ensefalit olgularında FDG-PET incelemesinin merkezi sinir sistemi lezyonlarını gösterebildiği bildirilmiştir. Ensefalit olgularında görülebilen non-konvülzif epileptik status tablosu EEG incelemesi ile saptanabilir. Periferik sinir sistemini ve kası ilgilendiren paraneoplastik sendromlarda EMG tanıya yardımcıdır. BOS normal olabilirse de sıklıkla inflamatuvar özellikler gösterir. Ilımlı veya orta düzeyde pleositoz, protein artışı, İgG artışı ve oligoklonal bantlar görülebilir. Paraneoplastik sendroma benzer tabloların kanser dışı pek çok sebeple de ortaya çıkabildiği unutulmamalıdır. Kanser metastazı, fırsatçı infeksiyonlar ve kemoterapi/radyoterapi yan etkileri bunlardan bazılarıdır. Karsinomatöz menenjiti dışlamak için de lomber ponksiyon yapılması gereklidir. Kanseri bulunmayan bazı hastalarda benzer tabloların otoimmun hastalıkların seyri sırasında da görülebileceği unutulmamalıdır.

Paraneoplastik sendromlar genelikle kanserin erken evrelerinde gelişir ve bu yüzden tümörün gösterilmesi mümkün olmayabilir. Altta yatan tümör, çoğu zaman, göğüs, abdomen ve pelvis BT’si ile gösterilebilir. Sendromun veya paraneoplastik antikorun bilinmesi, görüntülenmesi hedeflenen bölgenin daha iyi seçilmesini sağlar (anti-Yo pozitif olguda mamografi, anti-Ma pozitif olguda testis ultrasonografisi gibi). FDG-PET incelemesi küçük primer tümörlerin ve metastazların gösterilmesini ve biyopsi için olası bölgelerin belirlenmesini sağlar.

 

Patogenez

Paraneoplastik sendromların neden ve nasıl ortaya çıktıkları tam olarak bilinmemekle beraber, geçmiş yıllardan bu yana patogenezde bazı teoriler ileri sürülmektedir. Bugün en yaygın kabul gören teori otoimmün teoridir. Otoimmün hastalığa, ya fırsatçı infeksiyona bağlı moleküler taklit, ya da tümörde bazı onko-nöral antijenlerin ekspresyonunun yol açtığı düşünülmektedir. Ancak, paraneoplastik sendromun sıklıkla erken dönemde kanser henüz sınırlı iken geliştiği, yani tümöre bağlı immunsupresyonun gelişmesinden önce ortaya çıktığı düşünülürse, fırsatçı enfeksiyonların pek söz konusu olamayacağı görülmektedir. Bu durumda ikinci olasılık daha akla yakın görünmektedir. Onko-nöral antijenler fetal yaşam sonrası periferik dokularda kaybolan ve MSS içine sekestre olan antijenlerdir. MSS’nin bağışıklık sisteminden korunmuş yapısı içinde yer alan bu ilkel antijenler, bazı tümörler tarafından da sergilenir ve tümöre yönelen bağışıklık sistemi ögelerinin hedefi haline gelir. Bu antijenlerin öncelikle CD4-hafıza T-lenfositlerini aktive ettiği düşünülmektedir. Aynı zamanda, B-lenfositler aktive olur ve otoantikor üretimi başlar. Bu otoantikorların patogenezdeki gerçek rolü tam olarak bilinmemektedir. MSS hasarının sitotoksik T-lenfosit yanıtı sonucunda gerçekleştiği düşünülmektedir.

Paraneoplastik Sendromlarda Otoantikorlar:

Paraneoplastik olduğu bilinen pek çok hastalıkta İgG yapısında otoantikorlar saptanmaktadır. Bu otoantikorlar tanıdıkları antijene göre isimlendirilse de (anti-amfifizin gibi), ilk tanımlanan otoantikorlar sırasında kullanılan bir yöntemle antikorun ilk kez gösterildiği hastanın adının ilk iki harfi ile de adlandırılırlar (ani-Hu, anti-Yo, anti-Ri, gibi). Bazı tümörlere ve bazı paraneoplastik sendromlara özgü otoantikorlar vardır. Her otoantikor sinir sisteminin belirli hücrelerinin belirli bölümleri ile ve bir de tümörle immunhistokimyasal reaksiyon verir; genellikle hastanın başka dokularıyla veya başka hastalardan elde edilen benzer tipteki tümör dokusu ile reaksiyon vermez. Hastaların serum veya BOS örneklerinde anti-nöronal antikorların gösterilmesi tanıyı kolaylaştırmakla beraber olguların %40’ında antikor gösterilemez. Bu antikorlar sağlıklı kişilerde bulunmaz, paraneoplastik sendrom yaratmayan benzer kanserlerde ya bulunmaz, ya da çok düşük titrededirler. Genellikle BOS’taki antikor düzeyi serumdakinden çok daha yüksektir; bu intratekal antikor sentezinin de bulunduğunu gösterir. Bu antikorların paraneoplastik hastalık oluşumunda oynadıkları rol tam bilinmemektedir. Hedef antijenlerin hücre yüzeyindeki reseptörler olduğu Lambert-Eaton miyastenik sendromu ve miyastenia gravis gibi çok az sayıda tabloda ve ayrıca anti-amfifizinle ilişkili “stiff-person” sendromunda paraneoplastik antikorların hastalığa yol açtığı kanıtlanmıştır. Diğer paraneoplastik hastalıklarda (özellikle intraselüler antijenlere karşı antikorlarla ilişkili hastalıklarda) anti-nöronal antikorların pasif nakli veya antijenlerle yapılan aktif immunizasyonla bugüne dek hayvan modellerinde hastalık oluşturulamamıştır. Hücre membranı antijenlerine (örneğin voltaja duyarlı potasyum kanalı ve N-metil D-aspartat tipi glutamat reseptörü ile ilişkili limbik ensefalit) karşı antikorlarla ilişkili paraneoplastik sendromlarda serum ve BOS antikor titreleri ile klinik bulguların ağırlığı arasında ilişki bulunmaktadır. Ancak hücre içi antijenlerle (örneğin Hu, Yo, Ma) ilişkili sendromlarda tedaviyle serum veya BOS’ta antikor titresi düşse de klinik bulgularda düzelme olmaz. Bugün bu antikorlar daha çok tanıda yol gösterici olmaktadır.

Paraneoplastik sendromların tedavisinde en önemli yaklaşım altta yatan kanserin tanısı ve tedavisidir. Bu durumda nörolojik tablo tamamen düzelmese de en azından stabilize olabilir. Bunun dışında steroidler, intravenöz immunglobulin (IVIg), plazmaferez gibi immunsupresif veya immunmodülatör tedaviler kullanılabilir. Ancak oldukça pahalı olan bu tedavilerle de çoğu zaman yüz güldürücü sonuçlar alınmamaktadır. Bununla beraber son yıllarda voltaja duyarlı potasyum kanalı ve N-metil D-aspartat tipi glutamat reseptörü antikorları ile ilişkili limbik ensefalit ve voltaja duyarlı kalsiyum kanalı antikoru ile ilişkili Lambert-Eaton miyastenik sendromu ve serebellar dejenerasyon olgularında steroid, IVIg ve plazmaferez gibi yöntemlerle yüksek tedavi başarısı elde edilebileceği gösterilmiştir.

Başlıca Paraneoplastik Sendromlar

Bazı nörolojik tablolar vardır ki, bunlar görüldüğünde mutlaka paraneoplastik sendrom akla gelmeli ve altta yatan bir tümör araştırılmalıdır. ‘Klasik’ paraneoplastik sendromlar olarak da adlandırılabilecek bu tablolar arasında subakut serebellar dejenerasyon, opsoklonus-miyoklonus-ataksi sendromu, subakut duysal nöropati, Lambert-Eaton miyastenik sendromu gibi tablolar yer alır. 2004 yılında uluslar arası bir konsorsiyum tarafından belirlenen kriterlere göre kesin paraneoplastik sendrom adını vermek için nörolojik sendromun, antinöronal antikorla birlikte bulunması ve altta yatan kanserin mevcut olması, nörolojik tablo ve kanserin ortaya çıkışının ise en fazla 5 yıl ara ile gerçekleşmesi gereklidir. Bu koşulların dışında kesin paraneoplastik sendrom olarak adlandırılabilmek için aşağıdaki 4 seçenekten birine uyması gereklidir: 1. ‘Klasik’ nörolojik sendrom ve kanser (en fazla 5 yıl ara ile); 2. Kansere eşlik eden ve tümörün tedavisi ile iyileşen klasik olmayan sendrom (spontan iyileşebilen bir hastalık olmamalı); 3. Klasik olmayan sendromla birlikte kanserin (en fazla 5 yıl ara ile) ve antinöronal antikorların saptanması; 4. Nörolojik sendrom klasik olsun veya olmasın, kanser saptanamasa bile iyi karakterize edilmiş (klasik) otoantikorların saptanması (Hu, Yo, Ri, vs). Bu kriterleri tam olarak karşılamayan geri kalan bütün durumların da olası paraneoplastik sendrom olarak adlandırılması önerilmiştir.

Subakut serebellar dejenerasyon (SCD):

‘Klasik’ paraneoplastik sendromların en sık görülenidir. Haftalar-aylar içinde ilerleyen bu serebellar sendromda; gövde ve taraf ataksisi, dizartri, horizontal ve vertikal nistagmus ortaya çıkar, bir süre sonra ağır sekelle tablo sabitleşir. Ender olarak diplopi, işitme kaybı, yutma zorluğu, piramidal bulgular ve polinöropati eşlik edebilir. Erken BT/MR normaldir; geç dönemde serebellar atrofi, bazen serebellum ak maddesinde hiperintensite görülebilir. Histopatolojide yoğun ve selektif Purkinje hücre kaybı söz konusudur. Serebellumda erken evrelerde yoğun inflamasyon bulguları görülürken, hastalığın ileri evrelerinde inflamatuvar hücreler kaybolur. SCD’de en sık anti-Yo antikorları (= “anti-purkinje cell” antikor—APCA) saptanır. Hemen daima meme, over veya diğer jinekolojik kanserlerle ilişkilidir; ancak lenfoma veya akciğer kanserinde de görülebilir. Anti-Yo antikorları immunhistokimyasal olarak sadece Purkinje hücrelerinin sitoplazması ile ve sadece SCD’linin tümörü ile reaksiyon verir. Bu antikor 34 kD ve 62 kD proteinleri tanır. Daha seyrek orarak anti-Hu (küçük hücreli akciğer kanseri), anti-Zic4 (küçük hücreli akciğer kanseri) ve anti-Tr (lenfoma) ile ilişkili SCD görülebilir. Bu sonuncusu, diğer paraneoplastik sendromların aksine 20-40 yaş arası erkeklerde daha sıktır ve genellikle SCD lenfoma tanısından sonra ortaya çıkar; remisyon da sıktır. Oysa diğer SCD’ler tedaviye pek cevap vermezler.

Paraneoplastik ensefalomiyelit/ subakut duysal nöropati (PEM/SSN):

MSS’nin farklı bölgelerinin, arka kök, gangliyon ve otonomik liflerin etkilenebildiği immunolojik mekanizmalarla oluşan inflamatuvar bir hastalıktır. Ön planda hipokampus (limbik ensefalit), beyin sapı (beyinsapı ensefaliti), diensefalon, serebellumun Purkinje hücreleri (serebellar dejenerasyon), dorsal kök-gangliyonu (duysal nöronopati), medulla spinalis (miyelit) ve sempatik ve parasempatik sinir ve gangliyonlar (otonomik bulgular) tutulur. Hemen daima anti-Hu antikorları (= anti-nöronal nükleer antikor tip I—ANNA1) ile ilişkilidir. Olguların %70’inden fazlasında küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) ile birlikte görülür. Bunun dışında adrenal, prostat, nöroblastom ve farklı tür akciğer kanserleri gibi diğer kanserlerle de görülebilir. Patolojide klinik olarak tutulan bölgeye bakmaksızın yaygın lenfositik infiltrasyon ile birlikte nöron kaybı; tümörde de benzer infiltrasyon görülür. Anti-Hu antikorları immunhistokimyasal olarak periferik ve santral bütün nöronların nukleusu ile ve bütün KHAK’lerle reaksiyon verir. Paraneoplastik sendromsuz KHAK’de de çok düşük titrede bulunabilir (%15). Bu antikorlar 35-40 kD proteinleri tanır. Klinik olguların % 25’inde unifokal iken (SSN, limbik ensefalopati veya beyinsapı ensefaliti), %75 olguda multifokaldir (SSN, limbik ensefalopati, beyinsapı ensefaliti, SCD, motor nöron-benzeri, otonom nöropati, görme azalması; %3 diffüz PEM gibi ). Anti-Hu dışında anti-CV2 (KHAK, timoma), anti-Ma (testis kanseri), anti-amfifizin (meme, KHAK), voltaja duyarlı potasyum kanalı (KHAK, timoma) ve N-metil D-aspartat reseptörü (over teratomu) antikorları ile ilişkili PEM olguları da bildirilmiştir.

Paraneoplastik SSN alttan başlayan parestezi-dizestezi ile ortaya çıkar, günler/haftalar içinde ilerler. Semptomlar genellikle asimetriktir, derin tendon refleksleri sıklıkla kayıptır, derin duyu belirgin derecede bozulur ve kas gücü normaldir. Bazı olgularda derin duyu kaybı baskın bulgudur. Bu yüzden duysal ataksi ve ellerde psödoatetoid hareketler sıklıkla gözlenir. Tutulan bölgeler arka kök ve gangliyon olduğundan BOS incelemesi sıklıkla patolojik sonuçlar verir. Sıklıkla anti-Hu ve anti-CV2 antikorları ile ilişkilidir. EMG’de duysal aksonal polinöropatiyle uyumlu olarak duysal aksiyon potansiyelleri kaydedilemez, buna karşın motor iletiler normal sınırlardadır. Limbik ensefalopati ise günler/haftalar içinde ilerleyen davranış-duygudurum değişiklikleri, konfüzyon, nöbetler, halusinasyonlarla ortaya çıkar. BT/MR normal olabilirse de bazen meziyal temporal lezyon/kontrast tutulumu görülebilir. Anti-Hu sendromunda otonom nöropati önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Tek başına veya SSN ile birlikte görülür. Progresif otonom bozukluklarla karakterizedir. Bazen tümör çıkarılınca stabilize olabilirse de sıklıkla ölüm nedeni otonom nöropati olur. Anti-Hu sendromunda klinik bulgular genellikle tedaviden yararlanmaz.

Paraneoplastik opsoklonus-myoklonus-ataksi (POMA):

Opsoklonus sakkadik stabilitenin bozulması sonucu ortaya çıkan istemsiz, aritmik, çok yönlü, yüksek amplitüdlü konjuge sakkadik göz hareketleri olarak tanımlanabilir. POMA sendromunda opsoklonusa sıklıkla miyokloni, titubasyon ve gövde ataksisinin baskın; taraf ataksisinin geri planda olduğu serebellar sendrom eşlik eder. Çocuklarda olguların % 50’sinde altta yatan nöroblastoma söz konusudur ve diğer yandan nöroblastomalı çocukların % 2’sinde POMA saptanır. Erişkinde ise genellikle non-paraneoplastiktir. Tümörle birliktelik % 20-25 olguda söz konusudur. MR ve BOS incelemeleri genellikle normaldir. Son yıllarda yapılan çalışmalar tutulan hedef MSS bölgesinin serebellumun fastigial nukleusu olduğunu göstermiştir. Bu gruptaki olguların önemli bir kısmında antikor gösterilememektedir. Erişkinlerde POMA olgularının küçük bir kısmı anti-Ri antikorları (= anti-nöronal nükleer antikor tip II—ANNA2) ile ilişkilidir. Altta yatan kanserler sıklıkla meme ve diğer jinekolojik tümörlerdir. Daha seyrek olarak küçük hücreli akciger kanseri (KHAK), mesane kanseri vs. ile ilişkili olabilir. Anti-Ri antikorları immunhistokimyasal olarak bütün santral nöronların nukleusları ile reaksiyon verir; ANNA1’in aksine periferik nöronlarla reaksiyon vermez. Bu antikor 55 kD ve 80 kD proteinleri tanır. Bu sendromla ilişkili antikorların günümüzdeki yöntemlerle kolayca gösterilemeyen, muhtemelen hücre membranı ve aksonuna bağlanan antikorlar olduğunu destekleyen çalışmalar vardır. POMA’lı hastalarda tümör rezeksiyonunun ardından yapılacak kortikosteroid, IVIg, plazmaferez gibi tedavi yöntemleri ile remisyon görülebilir.

Kanserle ilişkili retinopati [“Cancer associated retinopathy” (CAR)]:

Epizodik görme azalmaları, gece körlüğü, ışık parlamaları, fotosensitivite, renkli görme azalması ile başlar, progresif ağrısız görme kaybı gelişir (önce tek yanlı, daha sonra iki yanlı olabilir). Göz muayenesinde skotomlar, görme keskinliğinde azalma, retinada arterioler daralma, pigment epiteli birikimi, bazen vitrede hücre görülebilir. Patolojide fotoreseptör / gangliyon hücrelerinin selektif kaybı söz konusudur. Genellikle KHAK (%60) ve jinekolojik tümörler gibi diğer bazı kanserlerle ilişkili olabilir. Anti-CAR antikorları saptanabilir. Bu antijenler retinal fotoreseptör hücrelerde rekoverin (23-48 kD) veya diğer retinal proteinleri tanıyabilir. Melanoma ile ilişkili retinopatide ise antikorların hedefi fotoreseptörler değil retinanın bipolar hücreleridir. 

“Stiff-person” sendromu:

Sıklıkla (%80) non-paraneoplastiktir. Paraneoplastik formu anti-amfifizin antikorları ile birlikte görülür ve sıklıkla meme kanseri veya KHAK ile ilişkilidir. Progresif rijidite, refleks-spazmlar, lomber lordoz artışı ile gider; başka nörolojik bulgu olmaz. Bazen aksiyal kaslar yerine taraflarda baskın olabilir. Patolojik olarak “kronik spinal internöronitis” söz konusudur. BOS inflamatuvar özellikler gösterir. EMG’de sürekli motor ünit aktivitesi izlenir. Anti-amfifizin antikorları immunhistokimyasal olarak nöronların presinaptik uçlarıyla ve dendritlerle reaksiyon verir ve 128 kD proteini tanır. Semptomatik tedavi olarak benzodiazepinler, baklofen yararlı olabilir. Diğer paraneoplastik sendromlardan farklı olarak tümör rezeksiyonu, kortikosteroid ve IVIg ile tedavi genellikle mümkündür.

Lambert Eaton Miyastenik Sendromu (LEMS):

LEMS hastalarının % 60’ı KHAK (veya diğer küçük hücreli kanserlerle) ilişkilidir; % 40’ında ise non-paraneoplastiktir. KHAK’li hastalarının %3’ünde LEMS saptanmıştır. Paraneoplastik LEMS erkeklerde daha sıktır. Presinaptik bölgede, voltaj kapılı kalsiyum kanallarına karşı antikorların (anti-VGCC) Asetilkolin (Ach) salınımını azaltması sonucu hastalık meydana gelir. Deney hayvanlarında anti-VGCC injeksiyonunun hastalığı oluşturduğu gösterilmiştir. Klinik olarak çabuk yorulma, güçsüzlük ve çift görme yakınmaları vardır. Sıklıkla ağız kuruluğu, erkeklerde impotans gibi kolinerjik otonom bulgular eşlik edebilir. Muayenede zayıf bulunan kas gücü, hastanın o kası çalıştırması sonucu fasilite olur ve normale döner. Bulber tutulum görülmez; solunum güçlüğü olabilir. Refleks kaybı vardır, ama eforla pozitifleşebilir. EMG’de 10-20 Hz’lik repetetif stimülasyonda “increment” görülmesi veya motor yanıtların kuvvetli ve kısa süreli istemli kası ile belirgin amplitüd artışı göstermesi tanı koydurucudur. Plazmaferez ve immunsupresyona cevaplı olabilir. Semptomatik tedavide guanidin, 3-4 DAP (diaminopiridin), antikolinesteraz yararlı olabilir. Anti-VGCC antikorları olan olgularda LEMS tablosuna SCD de eşlik edebilir ve bu olgularda küçük hücreli akciğer kanseri ve anti-Hu bulunma olasılığı yüksektir. Son zamanlarda, SOX isimli bir nöronal antijeni tanıyan ve serebellumun Bergman glia hücrelerinin nukleuslarına bağlandığı için anti-glial nükleer antikor (AGNA) adı verilen antikorların paraneoplastik LEMS olgularının yarısında saptandığı ve bu yüzden bu antikorların potansiyel bir tanı yöntemi olarak kullanılabileceği bildirilmektedir.

Polimiyozit / Dermatomiyozit (PM/DM):

Küçük bir grup olguda paraneoplastiktir. Yaşlılarda ve dermatomiyozitte kanserle ilişki çok daha sıktır. Meme, akciğer, over, mide, prostat, kolon kanserleri ve Hodgkin hastalığı ile ilişkili olabilir. Bilinen bir otoantikor yoktur. Immun aracılı bir vaskülopatidir. Tümör tedavisi, immunsupresif tedavi ve IVIg yararlı olabilir.

Subakut duysal-motor nöropati:

Seyrek olarak paraneoplastik nedenlidir. Genellikle akciğer kanseri ile ilişkilidir. Hızlı ilerleyen distal simetrik polinöropati, nadiren kronik inflamatuvar demiyelinizan polinöropati benzeri seyir görülebilir. EMG’de genellikle aksonal polinöropati görülür.